Din oyun ve eğlence değil hakikatin bizzat kendisidir. Hakikati eğip bükerek, şekilsel uydurmalar yaparak, bir takım ilmî(!) çıkarımlarda bulunmak dini oyun edinmektir. Bu uydurmacı yaklaşımlar ilmin değil cehaletin ürünüdür.
Biz Müslümanların görevi özüyle sözüyle bir olmak, inancımızdaki sadakatimizi yönelim ve sadakalarımızla ortaya koymaktır. Rabbimizin bizden isteği budur; dini sadece O’na has kılmak. Zira dinin sahibi O’dur. Kuralları koyan O’dur. Uydurduğumuz çözümleri dinin hükmü gibi sunmak en hafif ifadesiyle cehalettir.
Allah elçisinin “Oysa onlar samimiyetle dini Allah’a has kılmak suretiyle yalnız O’na kul olmak, yönelimi ortaya koymak ve zekâtı vermek üzere emir almışlardı. İşte geçerli olan din budur.”[1] mealindeki tebliği bu konuda bizleri açıkça uyarmaktadır.
Maalesef insanlar görmek istedikleri gibi görmek, işlerine geldiği üzere davranmak gibi bir gafletin karanlığında debelenip duruyorlar. Sorgulamıyorlar. Akıllarını kullanmıyor, hakikati aramıyorlar. Fırsat ellerinde iken fırsatı değerlendirmiyorlar. Sonra da bir takım dinî(!) eylemlerle sorumluluktan kurtulabileceklerini sanıyorlar. Daha da ötesi bu cehaleti benimsemeyenleri cahillikle, sapkınlıkla suçluyorlar.
Biz Allah’tan daha merhametli miyiz ki Ölümüze olan merhametimizden ötürü işi kılıfına uydurmaya kalkışıyoruz? İş merhametle olacaksa merhametliler merhametlisinin hükmüyle zaten mesele çözülecektir. Biz dinin sahibi miyiz ki sanal çözümler üretiyor din gününün sahibinin hükmüne uymuyoruz? Bilmiyoruz ya da görmek istemiyoruz mu ki o gün geldi mi hiç kimseden fidye kabul edilmeyecektir. “İman eden kullarıma söyle: Bir alışverişin, bir dostluğun bulunmadığı gün gelmezden önce yönelimi ortaya koysunlar[2] ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden gizli açık infak etsinler”[3] ayetini okumuyor muyuz? Kişinin sınavının hayatın bitimiyle son bulacağını dikkate almayıp ölüyü kurtarmaya kalkışmamız ne diye? Yoksa öldüğümüzde bu fidye tezgâhıyla paçayı kurtarırız ümidiyle mi uydurmalara inanıyoruz, uydurukça davranıyoruz? Hiç mi okumuyoruz? Rabbimiz “Ey iman edenler! Kendisinde alışverişin, dostluğun ve şefaatin olmadığı bir gün gelmezden evvel bahşettiğimiz rızıklardan infakta bulununuz. Doğrusu kâfirler buyruklarımıza uymayan kimselerdir.”[4] buyurmuyor mu?
Şu anlayışa bakar mısınız? Din bu mudur? Bir tezgâh kurup karşımıza birilerini oturtarak karşılıklı “aldım kabul ettim, hibe ettim” diye tekrar tekrar oyun oynarcasına el ve ağız hareketleriyle bir insanın yaşarken ortaya koymadığı yönelimi ortaya koydurmuş oluyoruz ve ıskatı salat yapıyoruz, namaz borcunu düşürüyoruz öyle mi? Tutmadığı oruçları ağız ve el oyunlarıyla tutturmuş gibi oluyor, oruç borçlarından kurtarıyor, ıskatı savm yapıyoruz öyle mi? Bir de utanmadan bu oyunu oynamayan yakınları ölüsüne sadakatsizlikle suçluyor ve eleştiriyoruz öyle mi?
Peki, bir defacık olsun başımızı ellerimizin arasına alalım ve düşünelim. Bu yaptığımız eylem Allah’ı kandırmaya kalkışmak gibi cehaletin zirvesi bir eylem değil mi? O gün alış veriş yok, şefaat yok, fidye yok buyrukları[5] bize hiçbir şey hatırlatmıyor mu? Bu yaptığımız, dini oyun ve eğlenceye çevirmek değil mi? El çabukluğu yaparak bir kimseyi aklamaya kalkışmak haddi aşmak değil mi? “Dinlerini oyun ve eğlence edinenleri bırak. Zira onları dünya hayatı aldatmış. Kişinin elde ettiklerine karşılık alıkonacağını onunla[6] hatırlat. Kişinin Allah’ın dışında ne bir velisi ne de bir şefaatçisi vardır. Fidyenin her türünü denkleştirse dahi kendisinden alınmaz. İşte onlar elde ettiklerine karşılık alıkonan kimselerdir. Hakikati görmezden gelmiş olduklarından ötürü kendilerine kızgın bir içki ve elim bir azap vardır”[7]ayeti bize bir şey söylemiyor mu?
Bunun gibi daha nice saçmalıklar. Orucunu bile bile bozana şimdi sen sefere çık ki seferî hükmünde olursun ve sorumluluktan kurtulursun şeklinde akıl satmalar. Birde bunları yapmakla âlim(!) olmalar. Sanki Allah’ gerçeği bilmiyormuşçasına yeni durumlar ortaya koymaya kalkışmalar. “De ki: Dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz? Allah, göklerde ve yerde olanı bilir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir”[8] buyurmak suretiyle Rahman’ın “yok öyle dini bana öğretmeye kalkışmak!” buyruğu karşısında ne diyeceksiniz?
Ey dini gerçek değil hayal sananlar! Siz hayallerinizle avunun. Ey dini gerçek hayatın içinde arayanlar sizler ancak Allah’ın buyruğuyla teslim olun.
Mustafa Ayas
30 Eylül 2010
[1] Beyyine, 5
[2] Namazı kılsınlar
[3] İbrahim, 31
[4] Bakara, 254
[5] Bkz; Bakara, 48, 123 / Ali İmran, 91 / Maide, 36 /
[6] Kur’an’la, Allah’ın vahyi ile.
[7] Enam, 70
[8] Hucurat, 16
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder