Doğru anlamak en az mesajın kendisi kadar önemlidir. Zira her sözün bir kastı her sözün bir amacı vardır. Eğer yanlış anlaşılır ya da yorumlanırsa doğru olanı yapma adına yanlışı yapmak amaç haline dönüşür. Bu durumda yanlışlar kutsanmış, mutlaka yapılması gereken eylemler olmuş olur ki insan için en büyük tehlike budur.
Bu devirde, “biz anlamayız âlimler anlar” sözü moda olmuş durumda. Bu söz ağızlarda sakız gibi çiğnenirken âlimlerin açıklamalarının da anlaşılması gereken sözler kapsamında olduğu ve biz anlamayız sözünün sahiplerinin hiçbir söz hakkı olamayacağı unutuluyor. Hem anlamayız deniliyor hem de âlimler adına konuşuluyor. Söz konusu âlimlerin sözleri olunca artık “biz anlamayız” sözü rafa kalkıyor ve âlimler konuşturuluyor. Oysa sözün sahibi kim olursa olsun sözü hangi ortamda hangi bağlamda ve ne maksatla söylediği çok önemlidir. Bu noktaları dikkate alıp kastedilen muradı dayanakları ile tespit etme işi zaten başlı başına bir anlama faaliyetidir.
“Biz anlamayız âlimler anlar” ezberini sayıklayanların hiçbir konuda konuşma hakları olmasa gerektir. Eğer bu insanlar kendilerinde söz hakkı görüyorlarsa bu ezberlerini bozmaları ve artık anlama çabasına girdiklerinin farkında olmaları bir zorunluluktur. Aksi takdirde âlimlerin arkasına saklanarak hiç kimseyi yönlendirme ve bilgilendirme hakları yoktur.
Kurban bayramı yaklaşmışken bir anlama sorununu ortaya koymak isterim. Kurban kesmenin şekli ile ilgili olarak kitaplarımızda ifadesini bulan açıklamaları uygulamak adına ortaya konan eylemleri gördüğüm zaman şaşkınlığımı gizleyemiyorum. Böyle bir anlamanın(!) böyle bir okumanın(!) insana zarardan öte ne katkısı olacağını anlayamıyorum. Şöyle ki, kitaplarımızda hayvanın boğazlanırken kesilecek uzuvları olarak yemek ve nefes borusu ile iki şah damarı zikredilmekte ve iyice kanı akmadan iliğine bıçak vurulmaması ve başının gövdesinden ayrılmaması gerektiği vurgulanmaktadır. Bu uyarıyı yerine getirmek adına ortaya konan uygulama teşebbüsleri ise anlama sorununun ne kadar büyük bir sorun olduğunu ortaya koymaktadır. Kitaplarımız iyice kanı akmadan derken hayvanın canı çıkmadıkça artık bıçak vurulmaması gerektiği ve özellikle iliğine dokunulmaması gerektiği vurgulanmaktadır. Zira boğaz kısmındaki bu ilik sinirsel bir uzuv olduğundan bu uzva dokunulması hayvana dayanılmaz bir acı verecek ve adeta hayvanı felç edecektir. Kurban kesilirken hayvana eziyet vermemek esas iken insanlar “iyice kanı akmadan iliğine bıçak vurulmaması” uyarısına uymak adına hayvanı kestikten sonra kanının akması için bir müddet bekleyerek daha hayvanın canı çıkmadan bıçağı ellerine almakta ve hayvanın iliğini kesmeye kalkışmaktadırlar. Eğer bu sahneyi anlatmaya kalkışırsak ibadet adına bir hayvana bu kadar eziyet vermenin kimin haddine olduğunu sorgulamak gerekir. Görülen o ki bu ancak “biz anlamayız” diyip de âlimler adına ilim satmaya kalkışanların cehaletidir.
Böyle bir sahneyi hafızamı sorgulayarak hatırladığımda ölmüş gibi sakince yatan bir hayvanın bıçak iliğe değince nasıl feryat ettiğini, adeta yeniden dirilip yalvarırcasına haykırdığını, bu sahneyi unutmamın mümkün olmadığını görüyor ve bu cehaletten Rabbime sığınıyorum.
“Biz anlamayız âlimler anlar” sözünü kendisine siper ederek âlimlerin arkasına saklanıp kendi cahilane söylemleriyle âlimleri konuşturanlara “siz anlamazsanız o zaman konuşma hakkınız da yok, bırakın âlim olanlar konuşsun siz dinleyin” diyorum. Buna itirazı olanlara “Anlamıyorsanız neyi anlatıyorsunuz?” diye soruyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder