9 Aralık 2007 Pazar

Müslüman Olabilmek

Müslüman olabilmek en büyük erdem. İnsan olabilmek de aslında buna bağlı. Müslüman olma sorumluluğuyla yaratılan insan bu sorumluluğu üstlenebildiği oranda insan olabiliyor.
İnsan olabilmek; yaratılış gayesini bilmek ve bu uğurda gereken her şeyi yapabilmekle mümkün. Yapılacak her şey de niyet ve anlayışa göre değer kazanıyor. Bu bakımdan ‘Müslüman olabilmek ne demektir?’ sorusunun cevabı büyük önem arz etmektedir.
Bu sorunun cevabını fatiha suresi açıkça ortaya koymaktadır. Her namazda okunması da ‘Müslüman olabilmek’ bilincini gündemde tutmakla ilgilidir.
Sadece Rahman’a kul olmakla yükümlü olan insan[1] bu yolda birçok engelle karşılaşacak ve mücadele edecektir. Engelleri aşmanın birinci koşulu Müslüman olmak[2] yani kayıtsız şartsız rahman’a teslimiyet gösterebilmek[3] ve şeytanın şerrinden Allaha sığınmaktır[4].
Evet yüce Rabbimiz! ‘Euzu billahi mineşşeytanirracîm’ kovulmuş şeytanın şerrinden sana sığınıyoruz. ve ‘Bismillahirrahmanirrahim’ her davranışımıza senin rızanı gözeterek ve senin adınla başlıyoruz. Çünkü sen Rahman’sın. Her türlü iyiliğin ve güzelliğin sahibisin. Rahîm’sin. İyilik ve güzellikle muamele edersin. İyilik ve güzellik ortaya koymak ancak senin adınla başlamak ve rızanı gözetmekle mümkün olabilir. Zira Müslümanlık senin ahlakınla ahlaklanmaktır. Senin ahlakınla ahlaklanmak ise senin buyruklarına kayıtsız şartsız teslim olmaktır.
‘El hamdü lillahi rabbil alemin’ Hamd sana mahsustur. Yaptığın her şey övgüye layıktır. Çünkü sen Allah’sın, alemlerin Rabbisin. Her şey sana muhtaçtır. Neylersen güzel eylersin. Rahmansın, Rahimsin. ‘Maliki yevmiddin’ Din gününün sahibisin. İnsan olanla olmayanı, teslimiyet gösterenle göstermeyeni, rızanı gözetenle gözetmeyeni hesaba çekecek olan sensin. Senin mahkemende hiçbir ortağın yoktur. Kullarını en iyi bilen de sensin, onlara en güzel muamele eden de. Senden iyi tanıyan mı var ki bizi sana arz etsin? Senden merhametli olan mı var ki bize şefaat etsin?
‘İyyake na'büdü ve iyyake nesteîn’ Elbette ancak sana kul olmalıyız, yardımı da sadece senden ummalı. Senden başka tanrı mı var ki ona kul olalım? Senden güçlü olan ya da yetki alan mı var ki yardımını umalım? Bize uzak mısın ki sana aracılar kılalım?
Din gününde mutlu olmak en büyük erdemdir. Müslüman olabilmekse en büyük şeref. Bu şerefe ermek için dosdoğru yolda ilerlemek gerek. ‘İhdinas sıratal müstekîm’ O halde bizi dosdoğru yoluna ilet. Çünkü sen, samimi olan ve gerektiği şekilde davrananlara hidayet edensin. Kulları arasında ayrım yapmayan kalplerinde olana ve icraatlarına bakansın. Senin katında renk ve ırka dayalı bir üstünlük yoktur. Takva ehli olan herkes senin dostundur. Sen ki her zaman adil olansın, samimi kullarına merhamet kılan. ‘Sıratallezine en'amte aleyhim’ adaletinle nimetlendirdiğin dosdoğru yola ulaşmış kulların gibi bize de dosdoğru yolda olmayı nasip buyur.
Kalplerinde fitne olanlardan eyleme, sana bağlananlardan eyle. Samimi olmayan ve şekilcilikle yoğrulanlardan; kibir batağına saplanan, buyruklarını görmemezlikten gelen gazaba uğramışlardan olmaktan sana sığınırız. Sana yakın olacağız diye aşırıya kaçan, sana giden yolu elçinin bildirdiğinde değil de yüceliğinde arayan, Neylerse güzel eyleyenin sadece sen olduğunu unutan, ‘Hamt’ı sadece sana has kılmak gerekirken sevgide ölçüyü kaçıran kullarından olmaktan da sana sığınırız. ‘ğayril mağdubi aleyhim ve lad dallîn’ Bizi gazabına uğrayanlar gibi olmaktan da dalalete düşen yola dalmaktan da koru ya rabbi! Amin.
[1] Zariyat, 56
[2] Ali İmran, 102
[3] Ahzab, 36
[4] Nahl, 98-100

21 Kasım 2007 Çarşamba

İman Teslimiyettir

İman, Allahın varlığına ve birliğine inanmak olarak tanımlanmaktadır. Oysa biraz araştırıp düşündüğümüz zaman görürüz ki Allahın varlığına ve birliğine inanmayan hiç kimse yoktur.
Bunun en açık örneği şeytandır. Biz biliyoruz ki şeytan, Allahın varlığına da birliğine de inanmaktadır. Ancak buna rağmen mümin olmak bir yana o küfrün temsilcisi, şirkin abidesi, isyanın simgesidir.
Şeytan, Allahın ‘…Âdem’e secde edin…’ emri karşısında ‘…Beni ateşten onu çamurdan yarattın, ben ondan üstünüm…’ cevabını vererek mazeret beyan edip emre karşı gelirken, Allahın varlığına da birliğine de inanıyordu. Ama bu inanç onu mümin kılmıyor, bir kâfir ve müşrik olarak lanetlenmesine sebep oluyordu.
İman tam bir teslimiyettir. İman eden kişiye mümin denir. Mümin, hayatının her anında Allah’ın buyruklarına uymayı benimsemiş kişidir. O’na hiçbir şeyi ortak koşmaz. Onun buyruğu dururken başka bir yolu seçmez. Çünkü bilir ki Allah’ın hükmünün yanında başka bir şeyi seçmek o hükmün sahibini ilah edinmek olur. Bu ise apaçık şirktir.Bunun için Yüce rabbimiz; ‘Allah ve Peygamber'i bir şeye hükmettiği zaman, mümin erkek ve mümin kadına artık işlerinde başka yolu seçme hakkı yoktur. Allah'a ve Peygamber'e baş kaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur.’[1] Buyurmaktadır.
[1] Ahzab, 36

Kadere İman

Mümin olarak kadere iman etmeliyiz. İman kabul etmek demektir. Kişinin neyi kabul ettiğini bilmeden iman etmesi karanlıkta taş atmaya benzer. Böyle bir iman hidayetin değil dalaletin kapısını aralar. Bu bakımdan öncelikle ‘kader nedir?’ sorusunun cevabını aramamız gerekmektedir.
Allah her şeyi yaratmış ve kaderini belirlemiştir. Kader ölçü demektir. Allah’ın kaderi belirlemesi de bir ölçüye göre yaratması anlamına gelir. Allah her şeyi bir ölçüye göre yarattığı gibi bir ölçüye göre yaratmaya devam etmektedir. İşte kaderin anlamı budur.
Önceden belirlenmiş ve bizi bağlayan kader anlayışı yanlıştır. Tarihte olduğu gibi bu gün de bu yanlış inanca sahip olanlar vardır. Bu konuda Hz Ömer’le Ebu ubeyde arasında geçen konuşma çok manidardır. Allahın kaderinden mi kaçıyorsun diyen Ebu Ubeyde’ye Hz Ömer; ‘Evet Allahın kaderinden yine Allahın kaderine kaçıyorum’ cevabını vermiştir. Bu olay başımıza gelecek olanla kaderimiz arasındaki ilişkiyi en güzel şekilde açıklamaktadır. İnsanın yaratılışta kaderinin belirlenmesi de bir ölçüye göre yaratılması ve kendisini farklı bir ben yapan standartların belirlenmesi anlamına gelmektedir.
Bu doğru bilgilere ulaştıktan sonra kader inancımız bizi tembelliğe değil çalışkanlığa, sorumluluktan kaçmaya değil sorumluluk almaya götürecek ve dünya hayatının imtihan olması ile kader inancı arasındaki çelişki ortadan kalkacaktır.

6 Kasım 2007 Salı

Hz isanın Ölümü

Hz İsa ile ilgili ayetlere bakarsak:1 Hz isa beşerdir, ilah değildir. Her müslüman buna böyle inanır. Hz isanın beşer olduğuna inanmayan zaten müslüman değildir.

Enbiya 34. Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedîlik vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar ebedî mi kalacaklar? Ayeti bir beşer olarak hz isanın öldüğünü açıkça ortaya koymaktadır.
Hz isanın öleceği Allah tarafından zaten kendisine bildirilmiştir.
Alimran 55 Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.
Hz isanın kıyamet günü ümmeti hakkındaki ifadesi de açıkça hz isanın ölümünü ortaya koymaktadır:
Maide 117 Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.
Nisa 157 : "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiç bir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. ayeti ise hz isanın ölmediğini değil yahudiler tarafından çarmıha gerilerek öldürülen kişi olmadığını açıklamaktadır. Oysa hz isayı yahudiler öldürmediler ama Allah yukardaki ayetlerde açıkladığı üzere kendisi öldürmüş ve yahudi şerinden cesedini dahi korumuştur.
Nisa 159 Andolsun, Kitap ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahid olacaktır. ayetinde ise anlatılan onlar aleyhinde şahitlik etme olayı maide 117 de zaten vurgulanmaktadır.Peygamber efendimiz de Kuranı düşünmeyip herşeye körükörüne bağlananları Allaha şikayet edecektir: Peygamber der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terkettiler
Kitap ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur ayetinde eğer ölmeden önce ifadesinden anlaşılan isanın ölmesinden önce ise ve bu da hz isanın kıyametten önce nuzulu ve ümmetinden herkesin ona iman edeceği anlamı ise, bu yanlış bir anlamadır. madem ki ehli kitaptan herkes ona iman edecek o halde Hz isanın nuzuluna kadar ölenler iman etmiş olmayacakları için ayet böyle anlaşılamaz.Eğer kişinin kendi ölümünden önce hz isaya iman edecek olması anlamında ise bu mümkündür. Zaten Allah kıyamet günü her kafire şöyle diyecektir Ali İmran 106:Bazı yüzlerin ağaracağı, bazı yüzlerin de kararacağı gün... Yüzleri kapkara-kesilecek olanlara: "İmanınızdan sonra inkar ettiniz, öyle mi? Öyleyse inkar etmenize karşılık olarak azabı tadın" (denilir). Yani zaten bu dünyada her insan önce iman etmekte sonra kafir olmaktadır. Evrende Allahın varlığını ve birliğini bilmeyen yoktur. Herkes buna kesin inanacak kadar bilgiye mutlaka ulaşır. Sonra ya kendini ya da başka şeyleri işine gelmediği için Allaha ortak koşar. Halbuki Allahın bir olduğuna delili varken Allahtan başka ilah olduğuna hiç bir delili yoktur. İşte iman ettikten sonra kafir olmak budur. Her insan böyledir.
Zuruf 61. ayete gelince:Şüphesiz o, kıyamet için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiç bir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol budur.Bu ayette hz isanın kıyamet için delil olması anlatılıyor. Madem ki Hz isa kıyamet yani yeniden diriliş için delildir. Bu delil oluş özelliği herkes için geçerli olmalıdır. Eğer hz isanın kıyametten önce nuzulu delilse sorulur Hz İsanın nuzuluna şahit olmadan ölenler için nasıl delil olabilir.Burada anlatılan şudur: Hz isanın doğumu kıyamette yeniden doğuş açısından bir delildir. Çünki kuranda şöyle der hz isanın durumu Ademin durumu gibidir. Demek ki hz isa nasıl babasız dünyaya geldi ise bizde kıyamet günü toprak anadan babasız olarak yeniden doğacağız. İşte ayet böyle anlaşılırsa hz İsanın doğumu kıyamet için herkes açısından delil olur.
Allahu a'lemu muradehu bissevab
Selam ve muhabbetler

24 Ekim 2007 Çarşamba

Yaşamak Okumaktır

Yaşamak; her yönüyle var oluşu algılamak ve hayatı okumaktır. Okumak sıradan bir faaliyet olmayıp bizzat hayatın kendisidir. Okuyan her birey, tüm yönleriyle, hayatı yaşayan kişidir. Dünyayı okur, çevreyi okur, sevgiyi okur, dostluğu okur. Yani hayatı okur.

Her şeyi tecrübe ederek okumak, kısacık bir ömre sahip olan insan için, sürekli hatalarla yoğrulmak ve zaman zaman telafisi mümkün olmayan durumlara düşmek olur. Bu bakımdan insanoğlu bir yandan hayatı yaşarken, yani hayatı okurken diğer yandan da hayata dair okumaları okumalı ve ânı okurken, geleceği hakkında etkin donanıma sahip olmak üzere, başka insanların hayatı okuma tecrübelerini de okumalıdır. Böylece insanlık tarafından tecrübeye dayalı okumanın, başka deyişle bizzat yaşanan hayatın farklı boyutlarının kendisi için ders olmasını sağlamalı ve asgari düzeyde hata ile mutlu bir yaşam sürdürmelidir.

İnsan her şeyi yaşayarak okuyamayacağına göre, yaşam serüveninde ona yol gösterecek, hayatı okurken, hatalardan sakınması noktasında kendisine rehberlik edecek okumaları, yani tecrübeleri, daha doğrusu bu konuda bir rehber haline ulaşmış kitapları okumalıdır. İşte dar anlamı ile okumak diyebileceğimiz kitap okumak aslında gerçek okumanın yani hayatı yaşamanın can damarıdır. Can damarı kopmuş bir yaşam mümkün olamayacağına göre kendisine yeterince kan ulaşmayan hücrelerin durumuna düşmemek için, mutlaka, yaşamın can damarı olan kitap ile beslenmeliyiz.

Bu durumda kitap okumanın aslında hayatın ta kendisi olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü geniş anlamı ile okumak diyebileceğimiz yaşamın, tecrübenin hazır bize sunulmuş haline kitap denir. Kitaplar farklı dünyaların, tecrübelerin bize aktarılmasıdır. İnsanoğlu her iki okumayı bir arada sürdürebilirse mutluluk kapıları kendisine mutlaka açılacaktır. Bu noktada çok önemli olan bir husus daha vardır ki o da okumada gayenin ne olduğudur. Yani kişi niçin okuyacaktır, okumaktan amaç nedir? İnsanoğluna rehber niteliğindeki kitaplar ilahi ve beşeri kaynaklardan beslenebilirler. İlahi kaynaktan beslenen kutsal kitaplar insanlara tecrübe edilmesi mümkün olmayan, tecrübe edilmesi durumunda telafisi olmayan hususlarda rehberlik ederken, beşeri kaynaklı kitaplar tecrübe edilmiş hususlarda, yeni tecrübelere girip zarara uğramadan, yola devam edebilme hususunda bizlere rehberlik ederler. İlahi kaynaktan beslenen kutsal kitabımızda “Yaratan Rabbinin adıyla oku”[1] buyrulmak sureti ile okumanın gayesi Allah rızası olarak belirlenmiştir. Buradaki okumak kitap okumak anlamında dar bir emir olmayıp her yönüyle okumak anlamındadır. Yani kişi hayatı da kitabı da Allah rızası doğrultusunda, insanlığın yararı amacıyla okumalıdır.

Okumak Allah’ın adıyla ve insanlığın yararı amacıyla olmazsa ne olur. İşte asıl cevabını vermemiz gereken soru budur. Aslında bu sorunun cevabı çok açıktır. Çünkü herkes öyle ya da böyle hayatı okumaktadır. Okuduğumuz hayattan öğrendiğimiz şudur ki Allah’ın adıyla yapılmayan okuma neticesinde insanlık huzur bulmamış göz yaşı ve hüzne boğulmuştur. Bu tarz okuma neticesinde, insanlığın menfaatine bir şeyler üretilmesi gerekirken, atom bombası ile nice hayatlar yok edilmiş, terör belası ile nice aileler katledilmiştir.

Ben diyorum ki okuyacaksak, yarın değil, şimdi okumalıyız. Mutlu olacaksak, mutlu kılacaksak Allah’ın adıyla okumalıyız…

[1] Alak, 1

26 Ağustos 2007 Pazar

Tasavvuf ve İslam

Tasavvuf islami bir bakış olmaktan ziyade tüm dinlerden derlenen temelinde ruhbanlık olan kaynağı kuran değil ilham olan bir bakıştır. Bağlılarını aklı kullanıp kuranı anlamaya değil şeyhi kabullenip ilhama bağlanmaya sürükler. Kendilerince bir takım evliyalar oluşturarak insanları sözde evliyaların etrafında toplar. Sözde evliyalar diyorum çünki Kimlerin Allah dostu olduğunu Allahtan başka hiç kimse bilemez. İnsanlar ya Allah dostudur ya da şeytan dostudur. Allah dostu diye ayrı bir ruhban sınıfı yoktur.
Allah dostlarının iki özelliği vardır: İman ve takva.
"Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar, iman edip de takvâya ermiş olanlardır." (Yunus 62-63)
Bu özellikler Allah tarafından açıklanmıştır. Evliya belli bazı kimseler değil iman eden ve takva sahibi olan herkestir. Evliya dedikleri bir takım zatlar güya Allahtan bilgi almaktadırlar. Bunun adına da ilham denmektedir. Halbuki evliya Allah dostları demek olduğuna göre Allah dostlarının kim olduğuna Allah karar verir.
Allah dostları iman eden ve takva sahibi olan herkestir. Oysa evliya diye sunulan hiç kimsenin Allah dostu olduğunu gösteren bir delil yoktur. Allah dostunun Allahtan bilgi alması diye birşey zaten yoktur. Allahtan bilgiyi sadece peygamberler alır.
Özellikle evliya denen kişilerin yazdıkları kitapları Allaha isnat etmeleri, bu kitap bana Allah tarafından yazdırıldı demeleri bir iftiradan başka bir şey değildir. Bu durum Yüce rabbimizin Şu buyruklarına tamamen aykırıdır.
“Allah bütün gaybı bilir, gaybını kimseye açıklamaz. Dilediği peygamber bunun dışındadır. Onun önüne ve arkasına gözcüler diker. Böylece o (peygamber) bilsin ki, onlar (o melekler) Allah’ın gönderdiklerini tastamam ulaştırmış, (kendisi de) onların yanında olanı kavramış ve her şeyi bir bir saymıştır.” (Cin 72/26-28),
“Senden önce gönderdiğimiz bir tek nebi ve elçi yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman şeytan onun arzusuna vesvese sokuşturmuş olmasın. Allah şeytanın sokuşturduğunu giderir, sonra Allah âyetlerini pekiştirir. Allah bilendir, hakîmdir.” (Hacc 22/52),
“Vay o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar, sonra “bu Allah katındandır” derler. Hedefleri, onun karşılığında bir şeyler almaktır . Vay o ellerinin yazdığından dolayı onlara! Vay o kazandıklarından dolayı onlara!.” (Bakara 2/79)
Allahın kitabı Kuranla çelişen hiçbir ilham Allahtan değildir. Gerçek şu ki Kurana aykırı olan her ilham hiç şüphesiz şeytandandır. Çünki sözde evliyaların ilhamına karışan şeytan vesveselerinin Allah tarafından arındırıldığına dair bir delil yoktur. Allah peygamberine gönderdiği vahyi şeytan vesvesesinden arındırmaktadır.
Evliya denen zatların, akılla düşünülüp Kurana yönelindiği zaman İslama ters olduğu açıkça anlaşılacak sözler sarf ettikleri anlaşıldığında savunmaya geçilmekte ve sekerat halinde bunu söylemişlerdir denmektedir. İslamda sarhoş edici herşey yasaktır. Bu nasıl bir yol ki aklı başında birinin söylemesi durumunda kişiyi kafir kılacak sözü söyleyecek kadar, sözde evliya olan zatları, sarhoş etmektedir.
Müslüman hiçbir zaman körü körüne bağlanmamalıdır. herşeyi kuranın ışığinde dağerlendirmelidir. Feraset de zaten kuran gözü ile olaylara bakabilmektir. Kişi kuranı okuya okuya , okumaktan kastım anlamak üzere kuranla haşir neşir olmaktır, olaylara Kuran ışığında bakabilecek anlayışa kavuşur. Müminin feraseti de zaten budur.
Allah, bizleri kendi kitabı, Kuran, dururken, herşey apaçıkken, körü körüne başka kimselere bağlanıp sonra da Kurana aykırı durumlarla karşılaşınca, görmemezlikten gelip Allah dostları bunu bilmiyorlar mı idi diyerek aklı devre dışı bırakan, hiç düşünmez misiniz hitabındaki kişilerin durumuna düşen kimselerden eylemesin. amin...
"Rabbinizden size indirilene uyun, Onun dışında evliyaya uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz?" (Araf,3)

20 Nisan 2007 Cuma

Peyhamber Sevgisi

Sevgili peygamber efendimizin anıldığı ve O’nu hatırlamak adına etkinliklerin yapıldığı haftaya kutlu doğum haftası denmektedir. Her yıl 20 Nisan tarihine denk gelen hafta, kutlu doğum adına etkinliklerde bulunulmaktadır.
Peygamberimizin doğumu, neden kutlu doğumdur? O beşer üstü bir varlık mıdır? O’nu anmak adına ne gibi faaliyetlerde bulunmak doğru davranış olacaktır? Bu soruların cevabı çok önemlidir.
Peygamber efendimizin doğumu kutlu bir doğumdur. Çünkü Allah’ın insanlarla kendisi arasında elçi seçeceği kişinin dünyaya gönderilişi insanlık tarihi açısından bir dönüm noktasıdır. Elçi Allah’ın buyruklarını, görevi gereği, insanlığa ulaştıran, mutluluk yolunu gösteren, tebliğ ettiği kurallara öncelikle kendisi uyarak insanlığa örnek olan kişidir. Elçi insan üstü bir varlık değil, iyi bir insanın özelliklerini her yönüyle şahsında toplayan, yaşamı ile insanlara örnek olan bir insandır. O öncelikle kendisi vahye uyan ve vahyi uygulayandır. Yüce Allah O’na hitaben “Rabbinden sana vahyedilene uy. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”[1] buyurmaktadır.
O beşer üstü bir varlık değil, sadece bizim gibi bir insandır. Zaten bu yönü ile bize örnek olmaktadır. İnsanlara örnek olabilecek varlık, elbette ki insan olmak zorundadır. Bu bakımdan peygamber efendimizi, beşer üstü bir takım algılamalarla kutlu doğum adına farklı makamlara yüceltmek yerine, Onun örnekliğini hatırlamalı, kutlu doğum haftası münasebeti ile bir kez daha O’nun kurana tabi olan yönünü şahsımıza rehber edinmeliyiz. Yüce Allah Onun hakkında şöyle buyurur: “De ki, ben de tıpkı sizin gibi bir insanım. Bana, ilâhınızın bir tek ilâh olduğu bildiriliyor. Artık kim Rabbine kavuş­mayı umuyorsa hemen iyi bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak etmesin.”[2] “Muhammed, sadece bir resûldür / elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir.”[3]
Kutlu doğum haftası bize peygamberimizi örnek almamız gerektiğini hatırlatmalıdır. Çünkü yüce Rabbimiz “Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”[4] Buyurmaktadır. Peygamberimizi anmak adına onu konumundan üstün algılamak müslümana yakışan bir davranış olmayacaktır.
Bu bakımdan en önemli görevimiz, Peygamberimizi kendimize örnek almayı öğrenmek ve O’nun bize bıraktığı en önemli emanet olan Kuran’a uymaktır. O’nun kuran’a aykırı bir söz ya da davranışta bulunamayacağının bilinci ile ona atfedilen sözleri Kuran ışığında anlamak gerektiğini hiç unutmamamız gerekmektedir.
Allah’ı sevmenin ancak Allah’ın elçisine uymakla mümkün olacağı konusu yüce Allah’ın kesin hükmüdür. Yüce Rabbimiz “(Resûlüm! ) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”[5] Buyurmaktadır. Peygambere uymak öncelikle Kurana uymakla mümkün olacaktır. Çünkü Peygamberimiz Kuranı tebliğ etmiş ve Kurana uymuştur.
Allahın elçisi, kendisini yüceltmek isteyen ve aşırı övenleri bakın nasıl uyarmıştır:
“Ey insanlar! Allah’a karşı olan sorumluluğunuzun bilincinde olun ki şeytan sizi aldatmasın. Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im. Allah’ın kulu ve resulüyüm. Allah’a yemin ederim ki beni, Allah’ın bana verdiği makamın üstüne çıkarmanızı sevmiyorum.”[6]
"Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı aşırı surette methettikleri gibi, sakın sizler de beni methederken aşırı gitmeyiniz. Şüphesiz ki, ben sadece bir ku­lum. Onun için bana (sadece) Allah'ın kulu ve resûlü deyiniz."[7]
Mustafa Ayas
[1] Ahzab, 33/2
[2] Kehf, 18/110
[3] Âl-i İmran, 3/144
[4] Ahzab, 33/21
[5] Âl-i İmran,3/31
[6] Ahmed b. Hanbel, 3/153, 241, 4/25, 40. Benzer bir hadis için bkz.: Ebû Davud, Edeb, 9.
[7] Buhârî, Enbiyâ, 48.