19 Mayıs 2010 Çarşamba

Önce Aynaya Bakmak Gerek

İmtihan bireysel, herkes kendi amelinden sorumlu. Ama nedense hep başkalarını sorgularız. Başkalarını eleştirir, ötekileştiririz. Atalarımız boşuna dememiş “İğneyi kendine çuvaldızı başkasına…”diye. Kendimizi birazcık görebilsek, aynaya bakabilsek çok şey değişecek, anlayabileceğiz gerçeği.   
Niyetimiz ne? Doğru olmak mı? O zaman bakalım önce kendimize. Biz doğru muyuz? Emin miyiz halimizden? Yoksa zan mı yapıyoruz, bihaber miyiz ilmimizden? Yol ayrımı burada başlıyor işte. Eğer duruşumuz doğru, dayanaklarımız sağlam ise; eğer niyetimiz samimi ise yön vermeliyiz kendimize. Doğru yolda yürümeliyiz. Ama neresindeyiz bu işin? Yapıyor muyuz görevimizi? Yoksa başkalarına mı bakıyoruz? Başkalarına bakıp hedef oklarımızı yöneltmek üzere bahane mi arıyoruz?
Nedense Kendimize yön verecekken başkalarıyla uğraşırız. Kendimizi düzeltmeden başkalarını düzeltiriz(!). Sanki bizi bizden sormayacaklar, başkalarından sorgulanacağız. Yapmak adına kırıp döküyoruz. Kendimizi sorgulamıyoruz. Öyle ya biz Hakkın temsilciyiz, her halükarda doğruyuz(!) Çıkarmışız kendimizi temize, aklanmışız. Daha da öte Hakkın yerine geçmiş ölçü olmuşuz. Bu yetkiyi Allah’tan almışız ya(!) “…kendinizi temize çıkarıp durmayın. O, kimin sorumluluğunu yerine getirdiğini daha iyi bilendir”[1] buyruğunu unutmuşuz. Hem “İyiliği insanlara emrediyor da kendinizi unutuyor musunuz? Üstelik Kitabı da okuyorsunuz. Aklınızı hiç mi kullanmıyorsunuz?”[2] uyarısının muhatabı da biz değiliz(!) Öyle ya, bu ayet Müslümanlardan bahsetmiyor, Yahudileri uyarıyor(!) İşte ondan dikkate almıyoruz.  
Bölünmüşüz, bölük pörçük olmuşuz. Birbirimizle hakkı aramak üzere dertleşmeyiz. Kendimizi ispata çalışırız. Doğru biziz, ehlisünnetiz. Öyle ya sünneti izleyeniz. Doğruyu göstereniz. Ya da Şiayız, ehlibeytin izindeyiz. Peygamberi ve ailesini çok seveniz. Doğru yol bizdedir. Biz doğru yolu izleyeniz. En doğrusu ashabı izlemektir. Sağlam neslin peşinden gitmektir. O yüzden doğru biziz. Biz selefiz. Selefin izindeyiz. Uyun gelin bize, uymayın nefsinize.
Ne kadar kişiyi yola getirirsek yolumuz o kadar aydın. Önemli olan insanlığı kurtarmak. Bizim kurtuluşumuz zaten tamam. Ahirette şefaatçimiz de var. Her ne kadar“Hiç kimsenin kimse için bir şey ödeyemeyeceği, kimseden şefaatin kabul edilmeyeceği, kimseden fidye alınmayacağı, kimseye yardım edilemeyeceği bir güne dönük sorumluluklarınızı yerine getirin”[3] buyrulsa da biz imtihanı geçmişiz(!)
Her ne kadar imtihan bireysel olsa da, hesaba çeken yüce Rab olsa da biz işimize bakarız. Ölçüyü alırız elimize. Herkesi dolarız dilimize:
—Yanlış yolda sizsiniz! Sünnet inkârcı sizsiniz! Çıkmışsınız yoldan! Sünneti terk etmişsiniz! Kur’an’ı anlayamazsınız! Sizin ilminiz ne! Eskiler okumamış mı? Eskiler anlamamış mı? Siz mi anlıyorsunuz? Ashabı, imamları unutuyor musunuz?
—Sünnet inkârcı değiliz. Yüce Rab buyuruyor. Resul de ona uyuyor. Ayeti okumuyor musunuz? Hadisleri cımbızlıyor musunuz? Ashap demekle olmuyor. İmamlar demekle olmuyor. Onlar bu durumu nasıl okumuş biliyor musunuz? Hem atalar dinine uymak niye? Buyurmuyor mu Rab? “Onlara “Allah’ın indirdiğine uyun” dendiğinde “bilakis, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız” derler. Ya ataları bir şeyi akledemiyor ve doğru yolu göremiyorsa?”[4]
—Atalar dini mi dedin? Ne zaman atalar dini oldu geleneğimiz? Atalar dini olur mu hiç mezhebimiz? Biz doğru yoldayız bir kere! Müşrikleri ve atalarını yeren ayeti okuyorsun bize.
Tartışmalar sürüp gidiyor. Samimiyetle Furkan’a[5] gidilmiyor. Herkes kendince uyarıyor. Bir uyarsak kendimizi, düzeltsek niyetimizi, düzelirdi her şey, düzeltsek nefsimizi. Bu ne kadar sürer ki? Bir ömür ne ki? İnsan hayatı çok kısa. Kısacık bir dönem için bu ihtiras niye ki? Neden zanna uyarız? Neden ötekileri suçlarız? Kendimize bakabilsek, niyetimizi sorgulayabilsek yapacağız en iyi işi.
Bakalım artık niyetimize belirleyelim hedefimizi. Hakkın yanında olalım, önce kendimizi uyaralım. Başkalarını uyaracaksak örnek insan olalım. Her işin başı niyet. Niyetindeki ne ise, odur sana kısmet. “Ameller niyetlere göredir. Herkes için niyetinin karşılığı vardır. Kimin hicreti Allah’a ve resulüne ise onun hicreti Allah’a ve resulünedir. Kimin hicreti elde edeceği dünyalığa ya da evleneceği bir kadına ise onun hicreti hicret ettiği şeyedir.[6] Dön artık Allah’a hicret et. Ya da dünyalığa minnet et. Ama sakın unutma “…Ahirete nazaran dünya hayatının menfaati yok denecek kadar azdır”.[7] Kararı verme zamanı. Kendine dönme zamanı. Ya aynaya bak haddini bil! Ya da hani sende samimi dil!
 
 
 
 Mustafa Ayas
  18. 05. 2010


[1] Necm, 32
[2] Bakara, 44
[3] Bakara, 48 Benzer ayetler için bkn. Bakara, 254; Enam, 51; Enam, 70
[4] Bakara, 170
[5] Kur’an’a, Ölçüye
[6] Buhari, Müslim, Ebu davut
[7] Tevbe, 38

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Alim Olmak ya da Zalim olmak

İnsanoğlu ya âlimdir ya da zalim. Âlim, ortaya konan bir eylem veya söylemin yahut peşinden gidilen bir anlayışın bilgisine sahip olan kişidir. Kelime olarak Arapça kökenlidir ve bilme eyleminin öznesi yani failidir.  Bilme eylemi Arapçada ilim olarak ifade edilir ve bu haliyle Türkçeleşmiştir.
            Her eylem bir gayreti, bir çabayı ifade eder. Bilmek yani âlim olmak eylemi de olayın gerçek yüzüne vakıf olma, işin hakikatine varma yolunda ortaya konan gayreti ve elde edilen delillerle ulaşılan gerçekliği ifade eder. Bu gerçeklikten hareketle ortaya konacak eylem ve söylemler ulaşılması hedeflenen durum açısından çok önemlidir. Zira hareket noktası gerçeklik olunca davranışımızı adalet üzere gerçekleştirmemiz mümkün olacaktır.  
            Evet, Âlim olmak ya da zalim olmak! Burası yol ayrımının gerçekleştiği noktadır. Zira ulaşılacak durumun hakka hukuka uygunluğu bu noktaya bağlıdır. Toplumumuzda âlim kelimesi kişinin herhangi bir eylemi öncesi sağlam dayanakları olan bir bilgiye sahip olma durumunu değil, toplumda diğerlerinden ayrı bir statüye sahip olma, diğerlerinden ayrıcalıklı bir konumda olma, her şeyden haberdar olma durumunu ifade eder olmuştur. Böylece bu kültürde yetişen, bu anlayışla beslenen nesiller artık olaylara bu pencereden baktıklarından gerçekliğe ulaşma diye bir hedefleri olmamış ezber ve ön yargı temelli bir eğitim anlayışı zuhur etmiştir. “Biz bilmeyiz âlimler bilir” “Biz anlamayız âlimler anlar” şeklinde tezahür eden bu anlayış toplumsal gelişmenin gerçekleşmesinin önündeki en büyük engeldir. Müslüman neslin adaleti gözetmesi ve tüm eylemlerde ilme dayanması, toplumun ilim temelinde inşası ancak zihinlerdeki bu algıyı düzeltmekle mümkün olacaktır.  Evet, âlim kelimesi her şeyi bilir olma durumunu değil bir eylem öncesi o konuda sağlam delil ve dayanaklara ulaşma, işin iç yüzüne vakıf olma durumunu ifade eder. İnsan her eyleminden sorumlu olduğu için hayat boyu öğrenmek, bilmek yani âlim olmak faaliyeti içindedir. “İki günü eşit olan aldanmıştır” sözü de bu süreci ifade etse gerektir.  
            Kişi eylemi öncesi âlim olmazsa, yani olayın iç yüzüne vakıf olmaz, sağlam delillere dayanmazsa zanna tabi olmuş olur. Falan âlim böyle dedi filan âlim şöyle dedi şeklindeki bir yaklaşım tarzı bizi zanna uymaktan alıkoymaz. Zira bu yaklaşım tarzı bir ön kabule dayanmakta olup olayın iç yüzünü araştırmamıza engel olur. Oysa eylemimiz öncesinde âlim olması gereken biziz başkası değil.
Zalim olmak; hakka uymamak, hak tanımaz olmak anlamına gelir. Bunun için Kur’an sadece Allah’a has kılınması gereken kulluğu O’na has kılmamayı en büyük hak tanımazlık olarak nitelemiş ve “Doğrusu şirk gerçekten büyük bir zulümdür”[1]  buyurmuştur. Hakkı gözetip adalete uygun eylemlerde bulunmak ancak ilim üzere hareket etmekle mümkün olacağından âlim olmak her Müslümanın en önemli görevidir. Zira yüce Rabbimiz bir yandan Allahtan korkmamızı, kendisine karşı sorumluluklarımızı yerine getirmemizi emrederken diğer yandan Allah’a karşı sorumluluklarımızı yerine getirmemizin ancak âlim olmakla mümkün olacağını ifade etmiştir. “Ey iman edenler! Allah’a karşı sorumluluklarınızı yerine getirin ve doğrularla beraber olun”[2] ve “… Doğrusu kulları arasında ancak âlimler Allah’a gönülden bağlılık gösterebilir …” ayetleri bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Kur’an’ın ilk ayetinin “oku” olması[3], bir haberi dikkate alıp eylemi ortaya koymadan önce konunun mutlaka araştırılmasının emir buyrulması[4], zanda bulunmanın günah olarak nitelendirilmesi[5] Kur’an’ın âlim olmayı muhataplarına emir buyurduğunun açık göstergeleridir. İslam’ın doğuşuyla insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkaracak nur doğmuş[6], zanna uyma dönemi kapanmış, âlim olma dönemi başlamıştır. Zanna uyan Mekke toplumu cehalet toplumu olarak nitelendirilmiş zannın karanlık dünyası ortadan kaldırılmış ilim üzere eylemlerde bulunan yeni bir toplum inşa edilmiştir. İnsanoğlu beş duyusuyla[7] etrafından haberdar olma imkânına kavuşturulmuş, elde edilen verilerin ne doğrultuda kullanılacağının belirlenmesi açısından vicdan ile donatılmıştır.  Hakkı gözetmesini sağlayan bir kalp ile donatılan insanoğlu eldeki verileri işleyip değerlendirmesi noktasında akıl denen bir nimete sahip kılınmıştır. Böylece okumak yani anlamak imkânına kavuşturulan insanoğlu bu imkânı kullanmakla sorumlu tutulmuş, bilmediği şeyin ardından gitmesi yasaklanmıştır. Aksi takdirde yaptığından sorgulanacağını unutmaması gerektiği vurgulanmıştır. “Hakkında bilgin olmayan şeyin peşinden gitme! Doğrusu kulak, göz ve kalp; bunların hepsi bu hususta sorumlu tutulacaktır”[8] buyrularak âlim olmadığımız bir durum ve eylemin öznesi yani faili olmamız yasaklanmıştır. Göz, kulak ve kalbin âlim olmamız için bize verildiği vurgulanmıştır. “… De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?...” [9] ayetiyle âlim ile cahil arasındaki uçurum ortaya konmuş.  “…  O halde sakın cahillerden olma!”[10] buyrularak zan üzere hareket etmek yasaklanmıştır.
Yüce rabbimiz zan üzere hareket edenleri uyarmış ve söylediklerinin hiçbir dayanağı olmadığını bildirmiştir. Zanna uyanların yalancı olmaktan öte bir durumları olamayacağını ortaya koymuştur. “Müşrikler diyecekler ki: ‘Allah gerek görse biz de atalarımız da şirk koşmazdık; hiçbir şeyi de haram kılmazdık’. Kendilerinden öncekiler de aynı şekilde inkâra kalkıştılar da nihayetinde azabımızı tattılar. De ki: ‘Yanınızda bir bilgi varsa gösterin bakalım!’ Sadece zanna uyuyorsunuz, sadece varsayım yapıyorsunuz”[11] buyrularak şirkin zan üzere hareket edenlerin düştükleri karanlık bir çukur olduğu vurgulanmış ve ilim üzere hareket etmek emir buyrulmuştur. “Onların çoğu zanna uyuyor. Hâlbuki zan, hakikate yönelik bir şey sağlamaz. Doğrusu Allah yaptıklarını hakkıyla bilendir” [12] ayetiyle zanna uymanın müşriklerin özelliği olduğu, zannın hiçbir gerçeklik ifade etmeyeceği vurgulanmış böylece her Müslümanın âlim olma yani davranışında bilgiye dayanma zorunluluğu ortaya konmuştur.
Gün zanna uyma günü değildir. Gün “Âlimler anlar biz anlamayız” deme günü değildir” İmtihan bireyseldir ve herkes kendi imtihanını vermektedir. Eylemler eylemin sahibinin sorumluluğundadır ve her eylem bilgi üzere gerçekleştirilmek durumundadır.  Müslüman, hakkında bilgisi olmayan şeyin ardından gidemez. Müslüman her eylemi öncesinde araştırmalı, soruşturmalı, bilgi sahibi olmalıdır. Müslüman âlim olmalıdır. Bunun başka yolu yoktur. Âlim olmamanın sonu zalim olmaktır. En büyük zalimlik ise şirktir. Zira hak tanımazlığın en büyüğüdür. Hakk’ın, affetmeyeceği tek suç ise bu hak tanımazlıktır.[13]
 
 
 
                                                                                                Mustafa Ayas
                                                                                                 01. 05. 2010


[1] Lokman, 13
[2] Tevbe, 119
[3] Alak, 1
[4] Hucurat, 6
[5] Hucurat, 12
[6] Bakara, 257
[7] Görme, duyma, tatma, koklama, dokunma duyuları
[8] İsra,36
[9] Zümer, 9
[10] Enam, 35
[11] Enam, 148
[12] Yunus, 36
[13] Lokman, 13; Nisa, 48